Tiyatro sanatçısı ve gazeteci Başak Karatepe, her hafta olduğu gibi bu hafta da sanatla ilgili yaptığı söyleşide, Mersin Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmeni Murat Atak’la, merak edilenleri dile getirdi.
Tiyatro sanatçısı ve gazeteci Başak Karatepe’nin bu haftaki konuğu Murat Atak.
Karatepe, “Merhaba Yeni Güney Gazetesi okurlarımız. Şu sıralar oldukça zorlayıcı bir dönemden geçiyoruz. Hem maddi, hem psikolojik hem de sağlık anlamında oldukça zorlu bir süreç. Bu süreçte herkesin hayatında olduğu gibi benim hayatımda da oldukça değişiklikler ve uyum sağlamam gereken durumlar oldu. Her ne kadar pozitif olalım desek de ister istemez yaşadığımız ve duyumsadığımız şeyler karşısında uyum sağlamakta zorlanabiliyoruz. Bu süreçte yazmayı biraz erteledim ve siz sevgili sanat dostu okurlarımdan biraz ayrı kalmak durumunda kaldım. Sağlıklı, mutlu ve aydınlık dolu günler dileğiyle yeniden “Sanat İyileştirir” yolculuğumuza kaldığımız yerden devam ediyoruz.
Mersin Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatrosu Genel Sanat Yönetmeni Murat Atak ile keyifli bir söyleşi gerçekleştirmiştik. Keyifle okumanız dileğiyle.
- Karatepe: Okurlarımızın sizi tanıyabilmesi için kendinizden bize biraz bahsetmenizi isteyeceğim. Murat Atak kimdir?
Murat ATAK: Bendeniz Ankara doğumluyum. Sülaleden de Ankaralıyım. Ankara Kolejini ve Ankara Devlet konservatuarını bitirip, Ankara Devlet Tiyatrosu sanatçısı olarak hayatımı sürdürdüm. Devlet Tiyatrosu’nda mecburi hizmetim ilk Trabzona çıktı. 5-6 yıl kadar Trabzon’da çalıştım. Bunun son 3 yılı Trabzon Devlet Tiyatrosu’nun müdürü olarak görev yaptım. Daha sonra Ankara’ya tayin oldum. Ankara Devlet Tiyatrosu’nun müdür yardımcısı… Sonra Ankara Bölge Müdürlüğü yaptım. Bir dönem Devlet Tiyatroları’nın baş rejisörlük görevini vekalet ettim. Genel Müdür danışmanlıkları yaptım. Hayatım Devlet Tiyatrosu’nda geçti. Bunun dışında 93 yılından bu yana desek, 27 yıl kadar da üniversitelerde hocalık yapıyorum. Devlet Tiyatroları’nda 40’ın üzerinde oyunda rol aldım. Bu rollerle birlikte çok kıymetli rejisörlerin, Türk tiyatro tarihinde ki çok önemli insanların, Mahir Canova, Cüneyt Gökçer, Bozkurt Kuruç, Asuman Korad, Ejder Akışık gibi hocaların asistanlıklarını yaparak yavaş yavaş reji asistanı, yönetmen yardımcısı sonra da yardımcı yönetmen olarak… En sonunda da devlet tiyatrolarında hemen hemen bütün bölgelerde oyunlar sahneye koyarak… O dönem şöyle bir kanun vardı, hala da var herhalde. Türkiye’de şunu yapmış, bunu yapmış, Yurtdışında bunu yapmış falan gibi… Kendini ispat etmiş kişiler arasından diye. O dönem Devlet Tiyatroları’nın rejisör kadrosuna geçtim. Uzun yıllar rejisör olarak görev yaptım. Türkiye’nin her tarafında büyük oyunlar, çocuk oyunları, müzikaller sahneye koydum. Daha sonra Devlet Opera Ve Balesi’nde çalışmaya başladım. Tesadüftür ki sahneye koyduğum ilk opera eseri Mersin’deydi. Mersin Devlet Opera Ve Balesi’nde İstanbulname eserini sahneye koydum. 12 yıl kadar önceydi sanıyorum. Ondan sonra Antalya ve Samsun Devlet Opera ve Balesi’nde, en son Ankara Devlet Opera Ve Balesi’nde operalar sahneye koydum. Opera ile çalışmak çok ayrı farklı bir kültür, çok başka bir iş ve çok keyifli. O koca orkestra, koro, solistler şahane bir şey opera ile çalışmak. Operada yaptığım çalışmaların tabiî ki tiyatro çalışmalarıma da çok faydası oldu. Daha sonra bize verilen bir görev vardı. Doğduğumuzdan beri hep öyle büyüdük. Laik, demokratik bir Atatürk Cumhuriyeti için ne yapmamız gerekiyorsa onu yapmak üzere yola çıktık. Türkiye’nin her tarafında hattı çalışma alanı yok bizim için sat çalışma alanı var. Bu sat bütün vatan. Ben hali hazırda Eskişehir Büyükşehir Belediyesi’nde Şehir Tiyatroları’nda yönetim kurulu üyesiyim. 11 yıl kadar Alanya Belediyesi’nde… Oradaki şehir tiyatrosunu, konservatuarını kurduk, kuruluş çalışmalarını yaptık sonra da genç arkadaşlara devrettik. Sonra da belki bir tesadüftür, Mersin’den burada bir şehir tiyatrosu olduğu, 20 yıldır hizmet verdiği, gayet güzel de işler yaptığı ancak daha profesyonel ve belki daha akademik kişilerle daha farklı bir misyona bürünmesi gerektiğini söyleyerek beni buraya davet ettiler. Çok teşekkür ediyorum Vahap Seçer beyefendi çok güvendi ve her çalışmamızda da bizimle beraber oldu. Birkaç kez ziyaret ettik. Bengi İspir Özdülger daire başkanımız. En güzel taraflarından biri de bir sanatçı bürokrat ile çalışmak. Çünkü bürokratlara bir şey anlatmak çok da kolay değildir. Sanatçının mesai saati olmaz, fazla mesaisi olmaz, raporu, izni, yıllık izni, doğum izni, ölüm izni gibi falan şeyler olmaz. Ben babamı toprağa verdim, o akşam sahnedeydim. Bunu bizzat yaşayanlardan biri olduğum için bu örneği veriyorum. Benim eşimde tiyatro sanatçısı. Çocuğumuza küçükken bir zatüre başlangıcı teşhisi koydular. Eşim Altındağ Tiyatrosu’nda matine suare oyun oynuyordu, ben büyük tiyatroda oyun sahneye koyuyordum ve çocuğumuz orada hemşirelere, hekimlere emanetti başında kimse yoktu. Tiyatro böyle bir şey, fedakarlıklarla olan bir şey. Bir daire başkanımız var ve çok kıymetli bir soprano, konservatuarlı bir dostumuz. Tiyatro şube müdürümüz Alev hanım çok kıymetli bir kreatör, dekoratör. Bir oyun için gerekli malzeme nedir, ne alınır, ne yapılır, dekor ne zaman yapılır, nasıl alınır, tiyatro binasının içinde ne olması gerekir, tasarım nedir? Bunları biz birine anlatmak zorunda kalmıyoruz. Birbirimizin gözünün içine bakınca ne lazım geldiğini zaten anlıyoruz. Hatta bir şey oldu 30 Ağustos ile ilgili bir şey çalışıyoruz, sahnede Türk bayrakları var. Bir tanesinin ebadı gözüme farklı geliyor. Döndüm arkama baktım, Alev hanım bana “gördüm Murat Bey” dedi. Bu böyle bir şey. Ve tabi güzel olan taraf şu oldu. Çok uzun yıllardır, benim için neredeyse bir asır denebilir buna, sanatta karşılığı 10 yıl. 10 yıldır Devlet kurumlarının hiçbiri sınav açmıyor. Biz her yıl onlarca mezun veriyoruz. Ben konservatuarda hocalık yapıyorum, peki bu çocukları nereye yetiştiriyorum? Niye mezun ediyorum, niye konservatura alıyoruz biz bu çocukları? Onun için hep bunun tedirginliğini yaşardık. Devlet kadrosuna da kadro vermiyor hükümet. Allahtan Cumhur Başkanlığı Senfoni Orkestrasına zannediyorum bir kadro çıkmış da 5-10 kişi aldılar. Biraz rahatlamıştır umarım çünkü sanat kurumlarına kadro verilmiyor.
Türkiye’de siz hiç hanım imam biliyor musunuz? Ben hiç rastlamadım. Peki imam hatip okullarına niçin bu kadar çok hanım alınır? O hanımlar mezun olunca ne yapar? Bunu karşıt örnek olarak vermek istemiyorum. Bir planlama yok ülkede. Siz bugün 40 küsür konservatuar açıyorsunuz. Buraya her yıl 10’ar 15’er öğrenci alıyorsunuz. Bunların toplamında her yıl 500-600 mezun veriyorsunuz. Sonra bu çocukları sokağa bırakıyorsunuz. Burada Mersin belediyesine, şahsında Vahap beye ve belediye meclisindeki tüm üyelere tek tek teşekkür etmek lazım ki, bu tiyatroya eleman alımı karar verildi ve çok güzel bir karar çıktı. Dediler ki konservatuar mezunu çocukları alalım.
B.KARATEPE: Kadroya alımlar sınavla gerçekleştirildi. Bu sınavın kriterleri ve sınavla ilgili bize bilgi verir misiniz?
Murat ATAK: Bu sınavın kriterleri konservatuar mezunu olmalarıydı, oyunculuk sınavı için. Bu sınava 300 genç hanım ve adam başvurdu. 10 kişi alacaktık. 6 erkek 4 hanım vardı kafamızda. Arkasından dedikodusu olmasın bu şu partili, bu Ahmet beyin yakını, Aysel hanım bunun adını verdi gibi… Türkiye’de bu tür rezaletler hep olur, tiyatrodan söz etmiyorum iş yerlerinde, devlet kurumlarında. Hem bu dedikodulara sebebiyet vermemek için, hem kurumsal anlamda bir şeyler oluşturuyorsak hak edenler burada olsunlar diye… Türk tiyatrosu için çok önemli bir isim Cihan Ünal jüri başkanlığımızı yaptı. Kıbrıs’ta yaşıyor, Yakındoğu Üniversitesinde hoca Cihan Bey. Bu pandemi döneminde eyvah falan dedi ama kırmadı bizi sağolsun. Kalktı geldi, uluslararası bir seyahat yaptı, buraya gelirken giderken testler yapıldı. Bu tür şeylere ihtiyacı olan insanlar değil bunlar. Evinde otururken sırf Mersin layıkıyla bir iş yapsın diye İzmir’den çok değerli bir devlet sanatçısı, eski Konya ve Sivas Devlet Tiyatroları müdürü Tomris Çetinel buradaydı. Tomris Çetinel hem tiyatro hem de sinema dünyası için çok önemli bir isimdir. Bir önceki İstanbul Devlet Tiyatrosu Müdürü Galip Erdal Jüri üyemizdi. Ankara Hacettepe Üniversitesi, Ankara Devlet Konservatuarı ve Bilkent Üniversitesi tiyatro bölümlerinin diksiyon hocası ve Devlet Tiyatro Sanatçısı Özlem Ersönmez aramızdaydı. Yine Ankara’da ki ışık dekoratörlerimizden sevgili Mehmet Yaşayan jüri üyemizdi. Bunlarla birlikte İzmir Dokuz Eylül Dramatik Yazarlık Bölüm Başkanı Prof. Semih Çelenk jürimizdeydi. Kocaeli Üniversitesi Dramatik Yazarlık Bölüm Başkanı Prof. Sema Göktaş bizimle beraberdi. Türkiye’de kimsenin hayır diyemiyeceği bir jüri oluşturup, bunlar mı yaptı sınavı demesin kimse, hadi buyurun bakalım hak eden gelsin er meydanı burası dedik ve çok kıymetli arkadaşlar aldık. 10 kişilik bir kadro vardı ama tüm jürilerden tam puan alan 15 kişi vardı ve biz sayın başkana dedik ki seçemiyoruz aralarından. 4-5-6 yıldız almış olanları saymıyoruz. 7 tam yıldız almış olanların sayısı. Sayın başkan da şimdilik ilan etmeyin ama ben gerekeni yapacağım dedi sağolsun. Bir karar çıkarttılar ve bu 10 kişilik kontenjan 15 kişiye çıkartıldı ve biz 15 yeni oyuncu sanatçımıza kavuştuk. Bunun dışında realizatör, dramaturg, suflöz aldık. Bu kıymetli arkadaşlarım da çok ciddi sınavlardan geçtiler. Bu sınav konusunu çok uzatmayayım ama 35 yakın çok kıymetli dekorcu, aksesuarcı, mekanikçi… Türk tiyatro tarihinde ilk kez bir hanım sahne makinisti aldık biz. Gencecik, şahane bir kızımız. Çatır çatır çalışıyor, sırtında dekorlar elinde fırça, boyasını yapıyor, keser elinde testere elinde hanımlarında aynı zamanda akıl ve zekalarıyla birlikte bu tür ağır işlerde bedenlerini de kullanabildiklerini ispat etti böylece. nBu kadroyla bir araya gelir gelmez hemen bir şey yapma ihtiyacımız vardı. Ne yapalım derken 30 Ağustos Zafer Bayramımızın 98. yıldönümünde bütün kadromuzla birlikte sahne üzerindeydik. Kültür Daire Başkanlığına bağlı halkoyunları topluluğu, Klasik Türk Müziği Topluluğu, Türk Halk Müziği Topluluğu, Kent Orkestrası ve Belediye Bandosu hepimiz sahnedeydik. Onlar çaldılar biz söyledik. Pandemi dönemi dolayısıyla bir sıkıntı yaşadık, açık havada yapacaktık ancak yasaklama gelince hem biz kutlamadan vazgeçmedik hem de halkımızı bundan mahrum bırakmak istemediğimiz için televizyona çektik ve Mersin Şehir Tiyatrosu’nun bu 1.5 saatlik gösterisi Youtube ve belediyenin kendi kanalında o akşam yayınlandı. İzlenme oranları da oldukça yüksekmiş, bizi bu çok sevindirdi. Hemen arkasından çalışmaya başladık, bir Nazım Hikmet projesi çıkarttık. Nazım Hikmet’in hayatı, şiirleri ve Nazım’ın şiirlerinden bestelenmiş olan şarkıları yine bizim kendi oyuncularımız söylüyorlar. Dışarıdan herhangi bir solist desteğimiz yok. 2 Ekim’de seyircimizle buluştuk. Yeni repertuarımızı oluşturma peşindeyiz. Bu repertuar Türk ve Dünya edebiyatının en önemli eserlerinden seçilecek. Kaynanamı nasıl yedim, öbürü nasıl kudurdu falan gibi biraz daha gişeye yönelik, halk böylesini istiyor tarzında oyunlara taraftar değiliz. Halka ne verirseniz halk bunu almaya hazırdır. Halk bunu istiyor diye kalitesiz televizyon programları yüzünden her geçen gün programlar kalitesizleşti, kalitesiz programları seyrede seyrede insanların hayatındaki kalite ortadan kalktı. Sanatın bir zorluğu var. Bir resim galerisine gidip, tabloya bakıyorsunuz. Bakıyorsunuz da ne oldu? Heykel ne anlatıyor? Şiir, edebiyat, tiyatro, opera… Türkiye’de 6 opera var, 5.si Mersin’de kuruldu. Ankara’dan, İstanbul’dan sonra 5.si gibi değerlendirsek de bunu Mersin’de zamanında yaşayan Levantenler sayesinde bu kültür zaten var. Burada yabancı uyruklar, farklı dinlere mensup insanlar yaşıyor. Burası böyle anadolunun göbeğinde ki herhangi bir kent gibi değil. Burada asırların kültürü yatıyor. Öyle olmasa opera burada seyirci bulamaz. İsim vermeyeyim, mukayese etmeyeyim ama şimdi anadoluda ya da doğuda bazı kentlerde tiyatro, opera açsanız belki bu kadar seyirci bulamayabilirsiniz. Bu yerleşik seyirci Ayşe hanım oynarken Sopranoyu gidip dinliyor, ertesi ay Fatma hanım oynuyorsa Sopranoyu gidip bir de Fatma hanımı dinleyip mukayese etmesini öğrenmiş bir seyirci. Ciddi bir sanat seyircisi var burada. Bulunduğumuz sokağın adı Sanat Sokağı, şurada Sanat Klübü var. Bakıyorum Mersin’e geldiğimden beri tiyatro dernekleri, sanat dernekleri, kulüpleri, çeşitli oluşumlar var. Biz geldik buraya sanat yapacağız, hayır efendim öyle bir şey yok. Biz burada yalnızca bu halka, bizden önce bu işi yapmış olanlara, bu işe hazır, aç olanlara, bu işin profesyoneli olanlara belki de kendimizi ispat etmek bizim işimiz. Yoksa biz geldik şimdi tiyatro yapacağız gibi bir iddiamız yok. Bizi kabullenmesine çalışacağız bu halkın. Çünkü burada gerçekten çok kültürlü bir kesim var. Çok kozmopolit, çok göç almış. Caddenin sağında ki kaldırımından yürürseniz başka bir şehirde yürüyormuşsunuz, solda ki kaldırımdan yürürseniz başka bir şehirde yürüyormuş gibisiniz. Bizim bu insanları barıştırmamız, hepsini aynı meydanda toplamamız gerek. Hepsini aynı amaç uğrunda, bu ülkede yaşayan insanların hiçbir ayrım yapmadan birbirlerini kucaklatacak tek şey sanattır. Dinlediği müzik… Arabeskten, pop müzikten söz etmiyorum. Klasik anlamda oturup, dinlediği zaman onun bestecisi Çekoslovak mı, Rus mu, Türk mü, Rum mu, Bulgar mı, Yunan mı değil, onları bir araya getiren şey müziktir. Şimdi Shakespeare İngiliz ama bu günün Türkiye’sini, dünyasını, iktidarda ki kişilerin hanımlarının kavgasını anlatmıştır eserlerinde. Alın bakın, koyun Türkiye’ye… Bugün göreve gelenlerin kendi akrabalarını bir yerlere getirdikleri zaman ülkeyi nasıl batırdıklarını anlatmıştır. Biz bunları anlattığımız zaman İngiliz oyunu oynamıyoruz ki, evrensel bir oyun oynamış olacağız. Bizim işimiz biraz da bu olacak. Bu nedenle Türk ve dünya edebiyatının çok önemli eserlerini bir araya getirip, bir repertuar oluşturma çabasındayız.
Burada çok büyük üstat Nevit Kodallı ismini taşıyan çok eski bir yapı var. O sahneyi büyüttük, kulisini yaptık, orayı oda tiyatrosu olarak kullanacağız. Çok küçük kapsamlı interaktif çocuk oyunlarımızı orada yapacağız. Bir kongre merkezimiz var. O kongre merkezinde büyük bir iki müzikal düşünüyoruz. Yenişehir Belediye’sinin çok güzel bir sahnesi var. Orayı da gittim gördüm. Onlarda hayhay buyurun bizim salonumuz size açık dediler. Onlarla da irtibat halinde olup, haftanın belli günlerinde orada da perde açacağız. Şu anda içinde bulunduğumuz konak şahane bir eski Gülnar Oteli. Belediyeye ait terk edilmiş, boş bir binaydı. Burayı biz tiyatro konağı haline getirdik. Aşağıyı prova salonu yaptık, orta kata bütün birimlerimizi yerleştirdik. Okuma odaları, yönetim odası yaptık. Bütün arkadaşlarımız, bütün tekniğimiz burada. Güzel bir avlumuz var. Bu pandemi sürecinde büyük bir şans bizim için. Kapalı alanda çalışmıyoruz, bütün provalarımızı avluda yapıyoruz. Bütün bunları neden söylüyorum. Belediye başkanımız başta olmak üzere, belediyemizden çok büyük bir destek görüyoruz. Şimdi sıra bizde, buna karşılık neler sunacağız bizde onun heyecanını yaşıyoruz.
B.Karatepe: Pandemi sürecini nasıl geçirmeyi, değerlendirmeyi düşünüyorsunuz?
Murat ATAK: Böyle bir dönemde bizim sanatçı olarak halkımızın ruh sağlığı ile ilgili mutlaka bir şey yapmamız lazım. Biz çalışmaya başladık demeyeyim, biz hiç ara vermedik. Okuma çalışması yaptık, 2-3 kişilik çalışmalara başladık ve en az 2 yıl daha bu iş böyle gidecek. Aşısı bulunsa bile 1 ay sonra Türkiye’ye aşısının gelmeyeceğini biliyorum. Türkiye’yi daha altta gördüğümden değil bizim gibi birçok ülkeye gitmeyecek.
***
Şimdi arabada yolda gidiyorsunuz polis çeviriyor, ya hu karı kocayız diyorsunuz. Maske takın diyor. Ben 24 saat karımla beraberim, arabada mı bulaşacak bu bana. Bazı kurallar koyuyoruz da, bunun mantığını da iyi anlamak lazım. Ama tabi ki biz seyircimizi o fiziksel mesafeyi… Üzerine basa basa fiziksel mesafe diyorum. Çünkü biz sanatçıların görevi aslında sosyal mesafeleri kısaltmaktır. Biz o sosyal mesafe kapansın, sınıfsız bir toplum olsun, halk kaynaşsın, hep birlikte olalım diye uğraşırken… Sosyal mesafenizi koruyun, birbirinizden açılın diyorlar. Hayır, onun adı fiziksel mesafe. Çünkü tiyatro gibi, opera, bale, senfoni gibi yerler aynı zamanda halkın bir araya geldiği çok hoş, sosyal ortamlardır. Ben isterim ki siz uzun zamandır göremediğiniz bir ahbabınızla orada karşılaşın. Eczacınızı fuayede gördüğünüz zaman hatırını sorun. Belki belediye başkanına ulaşamıyorsunuz, randevu alamıyorsunuzdur. Orada yanınızda sayın başkanım benim bir derdim var diyebilin. Avukatınızı orada görün. Belki aynı davanın savcıyla avukatı orada tiyatroda karşılaşacaklar. Ya savcı bey, geçen gün beni nasıl kırdınız o davada diyebilsin istiyorum. Tiyatro dediğiniz şey yalnızca sahne değil, fuayede yaşayan bir sosyal alan var. Şimdi deniliyor ya birlik beraberlik zamanı, el ele verelim, omuz omuza verelim. Zaten sanatın yaptığı şey bu asırlardır. Sanatın içinde siyaset olmaz. Bizim işimiz siyaset değil. Siyaset yapacak olursak elimize pankart açar sokağa çıkarız. Sanat başka bir şeydir. Siz başka bir şey anlatırsınız. Bir Cadı Kazanı oynarsınız, orada ihbarcılık meselesinin nasıl ayyuka çıktığını, suçsuz insanların nasıl yakıldığını, asıldığını görürsünüz. Götürün bugünün Türkiye’sine, götürün dünün Rusya’sına. Sonuçta biz bir vakayı tarafsızca ortaya koyarız, seyirci oradan alacağını alır ve seyirci her şeyi anlar. Efendim A şehrinin seyircisi bundan anlar mı, B şehrine bu fazla değil mi? Biz komedi oynasak da sonra bunlara alıştırsak, böyle şeyler yoktur. Her şeyi seyirci alır ve kabul eder. Zaten Mersin’de öyle bir seyirci var ki… Daha aşağısını yaptığınız zaman sizi reddeder ve bir daha da gelmez. Onun için biz layıkıyla yapmak zorundayız. Çok iyi yapacağız, şahaneyiz… Asla böyle bir iddiam yok ama en azından layık olduğu şeyi yapmaya çalışacağız, geçiştirmeyeceğiz. Şöyle tartışmalar yürür, devletin ve kurumların tiyatrosu olur mu? Belediyeler destekler mi? Şunu karıştırıyorlar, sırtını devlete ya da belediyeye dayayıp, kadroya girip yan gelip yatan ahlaksızlarla… Bu bir tek tiyatroda olmaz. Ahlaksız derken ben bunu iş ahlakı anlamında söylüyorum. İşini yapmıyorsa onun ile bunun hiçbir farkı yok. Ama devlet, kültür bakanlığı anayasada 69’du sanıyorum… Sanatın, sanatçının yanında olmalı, desteklemeli diye anayasa maddesi vardır. Dolayısıyla belediyelerin de görevi budur. Hiçbir belediye başkanı ben bu yıl kanalizasyonları temizlettim diye övünemez, işi o zaten. Ben çocuklara park yaptım… Park yapacaksın, asfalt dökeceksin, temiz içme suyu sağlayacaksın. Zaten bunları iddia ederek geliyorsun. Başka? İşte o başka dediğimiz şey SANAT. Bugün sanat kurumlarıyla anılan çok az belediye var Türkiye’de. Onlar anıldığı zaman her ortamda haklarında çok olumlu şeyler söyleniyor ama sanatın s’sinden bihaber yerler de var. Ya da sanat diye insanlara… Tabirimi bağışlayın lütfen, kazıklanan şeyler var. Dizilerde, orada burada gördüğü insanları Anadolu’ya götürüp, para kazanma yolunda olan organizasyon şirketleri var. Sanat olarak onu götürüyorsan oraya, onlarda aa bu sanatmış demek ki diyorlar ve sevmiyorlar. Bu işi her işte olduğu gibi sahtekarlarına bırakmadan devletin, yerel yönetimlerin sahip çıkıp gerçek sanatçılarla, bizim adına sanat dediğimiz işi gerçekleştirmeleri lazım. Geçen gün bir hanımın röportajını izliyorum… Gençken tiyatrocu olmayı çok istedim olmadı ama sanatçı oldum dedi. Bir baktım göbek atıp, şarkı söyleyen bir kadın. Sanatçılığın karşılığı çok başka bir şey. Yabancılar bunun adını çok iyi bulmuş şovmen diyor, aktör, aktrist, singer, pop singer diyor. Michael Jackson’a siz hiç sanatçı diyen gördünüz mü? Pop Singer’dır o. Öbürü Süper Star, öbürü Şovmen… Bizde herkes sanatçı. O yüzden bize sordukları zaman ne iş yapıyorsunuz diye… İnsan sanatçıyım demeye utanıyor, korkuyor. Eğlence dünyası ile sanat dünyasını birbirine karıştırıyorlar. Eğlence dünyasını bende çok seviyorum. Akşam yemeğe gittiğimiz zaman orada çalan bir müziği, meşhur bir pop şarkıcısını gidip bir amfi tiyatroda konserini dinlemeyi çok seviyorum. Kafamı boşaltırım, o eğlencedir. Eğlence dünyası başka bir şey, televizyon başka bir şeydir. Televizyon bir eğlence dünyasıdır. İzlediğiniz yarışmalardan dizi, filmlere kadar her şey o aptal kutusunun karşısına insanları bağlamak için yapılmış, planlı işlerdir. Televizyon bir eğitim aracı olamaz. Onun için konunun dışına çok çıkıyorum ama ben uzaktan eğitime de çok karşıyım. Tablet elinde, başka bir dünyanın genci olarak yetişecek bu çocuklar. Tableti elinden alıp, sokağa çık, bisiklete bin, ağaca tırman, armut topla, düş dizin yarılsın, gel eve bir de benden dayak ye de dizine bir tentürdiyot süreyim… Hayat böyle bir şey. Karşısında ki adamın gözünün içine bakarak sana aşığım demesini öğrenmesi lazım insanın ama şimdi merhaba, naber, benimle çıkar mısın diye bir şey yazıyor ekrandan. 7 yaşında daha hayatı bilmeyen, hiç mırıl mırıl bir kedi sevgisi tatmamış çocuğun karşısına çizgi filmini koyarsanız, başka türlü bakar dünyaya. Sonra da elinde ki o joystick ile oyunlarda adam öldürüp, puan kazanıyor. Onun bir can olduğunu, bir canın ne demek olduğunu bilmeden düğmeye basıyor ve ondan zevk alıyor. Tiyatro işte bundan uzaklaştırıp insana insan olduğunu hatırlatmaya çalışan bir sanat. Bunun peşindeyiz biz.
- Karatepe: Bize repertuarınızdan bahsedebilir misiniz?
Murat ATAK: Buna tek başıma bahsetmek istemem çünkü biz bir repertuar kurulu kurduk. Bu repertuar kurulunda sanatçı arkadaşlarımız yer aldılar. Şu anda çalışıyorlar. Benim kafamda da var elbet 1-2 eser ama o zaman burası patron tiyatrosuna döner diye korkuyorum. Bunu bir yerleştirirsem benden sonra gelecek olanlar da istedikleri oyunları burada oynamaya kalkarlar. İnşallah güzel olur her şey ama ileride bir başka parti iktidarda olabilir. Onların getirdiği bir adam kendi kafasına göre bir şeyler yapmaya kalkar, bir tarikattan farkımız kalmaz. Onun için de ben arkadaşlarımın karar vermesini bekliyor, onların repertuarlarına saygı duymak istiyorum. Tabi ki ben müdahale edeceğim, çok da hayal kurmasınlar ama en azından bir tiyatronun repertuarı nasıl yapılmalı… Burada star yaratmak istemiyoruz. Bir oyunda Jülyet’i oynayan, öbür oyunda hizmetçiyi oynayacak. Yoksa bir star tiyatrosuna gidersek burada da bazı sanat kurumlarında olduğu gibi çeşitli küskünlükler, kırgınlıklar, kıskançlıklar yaşanabilir. Hep beraberiz, hep beraber üretiyoruz. Bir bakıyorum bir arkadaşım bir tereddüt yaşadığı zaman sahnede bütün arkadaşlarım destek veriyorlar. Ben birbirine köstek olan çok fazla sanat kurumu gördüm.
- KARATEPE: Başkanımız Vahap Seçer ile iletişime geçtiniz. Ben kendisinin sanata bakış açısını da merak ediyorum.
Murat ATAK: Sınavı kazanan arkadaşlarla birlikte arkadaşlarım Vahap beyi ziyaret etmek istedi. Vahap Bey ile benim 3. Görüşmem oldu. Sonra da oyunumuza geldi. Sahneye çıkıp, bizi tebrik etti. Bizim belediye başkanıyla bir işimiz yok. Şöyle işimiz var o bir kanaat önderi, bu ilin önderi, o bizim eserlerimizi ne kadar çok izler, bizim yanımızda, tiyatromuzda olursa halk da belediye başkanımız gidiyor, demek ki burada iyi bir şey oluyor diye onunla birlikte geleceklerdir.
Vahap Beyin sanata bakışı… Ziyarete gittik, biraz önce size söylediğim şeylere benzer şu cümleyi kurdu; Arkadaşlarımızdan biri “Size çok teşekkür ediyoruz. Böyle bir dönemde sınav açtınız, bize kadro verdiniz, size minnettarız” dedi. Vahap Bey “Asla böyle düşünmeyin, bana minnet duyacağınız hiçbir şey yok. Bizim bir görevimiz vardı onu yerine getirdik, sizde bir sınava girdiniz, başardınız geldiniz, hoşgeldiniz. Hiç böyle duygular yaşamayın lütfen. Ben burada, bu şehirde, kardeşliği, barışı inşa etmeye çalışıyorum. Burada sanata çok görev düşüyor, kolay gelsin. Neye ihtiyacınız varsa ben arkanızdayım” dedi. Daha başka ne isteyelim. Bir alkış, bir buket çiçek bizi en mutlu eden şey. Başka bir şey yok mutlu eden sanatçıyı, destek görüyoruz. Kolay bir iş değil, belki ona da muhalefet edenler vardır. Nereden çıktı bu tiyatro diyenler olabilir belki de. İnşallah yoktur ama ona rağmen varsa bile sonuna kadar arkasındayız. Bir tek tiyatroya değil, kent orkestramıza oraya da eleman alınıyor. Belediye bandomuz var onların her bir sazı çok kıymetli. Bunlar ucuz şeyler değil. Çok büyük bir destek bu, şahane bir destek. Aynı zamanda bizim öz sanatlarımız yaşasın diye uğraşılıyor. Konservatuarımız var, orada Klasik Türk Müziği Topluluğu, halk oyunları topluluğumuz var, şahane gençler. Ağzım açık seyrediyorum öyle güzel gösteriler yapıyorlar ki. Bunlar güzel, bunlar belediyenin açmış rengarenk çiçekleri.
B.KARATEPE: Şimdi ben size Mersin halkının tiyatroya olan ilgisini soracağım ama şu süreçte neler söyleyebilirsiniz bilemiyorum.
Murat ATAK: Pandemide insanların cezeryeye bile ilgisi yok, tiyatroya nasıl olsun. Şaka bir yana bilmiyorum ama şunu biliyorum. Arkadaşlar Türkiye’nin çeşitli illerinden geldiler ve dediler ki ev tutacağız. Bir tek ev sahibi de “ben bekara, tiyatrocuya ev vermiyorum” gibi bir şey söylemediği gibi “ne ay tiyatro mu? Gel bak ben sana” diyerek indirimler yapıp, yerlerini kiraya verdiler ve dört gözle perdelerimizi açmamızı bekliyorlar. Ben bir otelde kalıyorum, resepsiyonda çok şeker bir hanımefendi var. Her sabah “hadi artık, ne zaman seyredeceğiz sizi” diyip duruyor. Resepsiyondaki kızdan yemek yediğiniz lokantada ki garson da “abi bekliyoruz” diyorsa bu çok güzel bir şey. İlişki içerisinde olduğum normal çevreden edindiğim bu, daha seyirciyle buluşma şansımız olmadı. Buluşacağız ve eleştirmenler çıkacak. Bir dergi çıkartıyorsunuz, yarın gelip oyunumuzu izleyeceksiniz, belki de hiç beğenmeyeceksiniz. Yazmanızı isteyeceğim, ne olur yazın. Çünkü bizi bunlar ayakta tutuyor. Biz Ankara’da, İstanbul’da oyun yaptığımızda ertesi sabah ki gazeteleri merak ediyoruz. İnternet sayesinde şimdi o gece öğreniyoruz. Gece 2-3 te internete düşüyor yazdıkları. Merakla okuyoruz, beğenildiysek başka bir gururla yatıyoruz. Beğenilmediysek neden böyle diyip, oturup kendimizi sorguluyoruz. Ne sanat için ne de toplum için, bizim için yapıyoruz bunu. Sizin beğenileriniz, eleştirileriniz çok önemli. Ne olur derginizde, gazetenizde bir tiyatro eleştiri köşesi gibi bir şey yapın. Hatta opera bale için de. Bu ay şu eseri seyrettik. Ne güzel olur. Hem reklamı olur. Dergiyi, gazeteyi okuyan bak çok beğenmişler, gidelim şu baleyi, tiyatroda şu oyun varmış gidip izleyelim diyecekler. Basın olmazsa bizim işimiz çok zor.
Mersin’de olan yerel tiyatrolar… Birçok gencin, ustanın, meraklının, amatörün birçok kesimin kurmuş olduğu bazı tiyatrolar var. Onlar bir şekilde oradan geçiniyorlardı. Geçimlerini de sağlıyorlardı fakat 6-7 aydır kapalı bu tiyatrolar. Yerel tiyatro gruplarına belediyemiz mekan tahsis ederek, oyun başına onlara belli bir miktar destekte bulundu ve onların oyunlarını seyirciyle buluşturdu. Bu çok güzel bir şey. Müzisyenlerin de yaşayabilmesi lazım. Küçük orkestralar var gençlerin kurdukları. Müzik yapıyorlar, paralarını onunla kazanıyorlardı. Bu güne kadar bırakın sanat ortamlarını eğlence mekanları kapalı, o çocuklar nereye gidip müzik yapacaklar. Belediye onları da biraz destekledi, onlara açık alanda konser imkanı sağladı, biraz maddi destekte de bulundu. Öbür türlü karnı doymayan adam Allah muhafaza tehlikeli! Siz karnı doymayan adamın ruhunu da doyurmuyorsanız, ülke iyi bir yere gitmiyor demektir.
Onun için biz hem sanatın gerekliliğini yerine getirip, hem sanatçının ihtiyaçlarını karşılayıp hem de halkın ihtiyacı olanı sonuna kadar vermek için görev başında olmak zorundayız.
Bu söyleşiyi benimle gerçekleştirdiği için Murat ATAK’a çok teşekkür ederim.