Bizi bekleyen sessiz tehlike!

Bir felaketin tam ortasındayız ama çoğumuz hâlâ pencereyi açıp gökyüzüne bakınca “her şey normal” sanıyoruz. Oysa dünya, sessiz bir çığlık atıyor. Buzullar gözle görülür hızla eriyor, okyanuslar eski sessizliğini fırtınalara bırakıyor, kuraklık ise bir zamanlar bereket fışkıran toprakları çorak çöllere dönüştürüyor. Evet, iklim değişikliği artık geleceğin değil, bugünün en büyük sorunu.

Her yıl daha sıcak yazlar, daha sert kışlar ve alışılmadık doğa olaylarıyla karşılaşıyoruz. Aşırı hava olayları artık istisna değil; yeni normallerimiz haline geldi. Bilim insanları onlarca yıldır uyarıyor: Küresel sıcaklık artışı 1,5°C sınırını aştığında geri dönüşü olmayan bir yola girebiliriz. Ve biz bu sınıra her geçen gün biraz daha yaklaşıyoruz.

İklim değişikliği sadece doğayı değil, insan hayatını da doğrudan etkiliyor. Gıda krizi, su kıtlığı, orman yangınları, sel felaketleri, zorunlu göçler ve hatta toplumsal huzursuzluklar… Bunların hepsi iklimin değişmesiyle tetikleniyor. Bir başka deyişle, iklim değişikliği sadece çevresel değil, aynı zamanda ekonomik ve insani bir krizdir.

Peki biz ne yapıyoruz? Daha doğrusu, yapıyor muyuz? Ne yazık ki çoğu zaman duyarsız kalıyoruz. Bir ağaç dikmek, plastik tüketimini azaltmak ya da enerjiyi tasarruflu kullanmak hâlâ yeterince yaygın alışkanlıklar değil. Büyük karar vericiler –devletler ve dev şirketler– ise hâlâ kısa vadeli çıkarları uzun vadeli felaketlerin önüne koyabiliyor.

Oysa bu dünyadan başka gidecek yerimiz yok. Gelecek kuşaklara bırakacağımız miras, beton ormanlar ve kurumuş göller olmamalı. Her birimizin bu gezegenin kaderinde bir payı var. Değişim, önce farkındalıkla başlar. Ardından eylem gelir. Az demeden, küçük demeden…

Unutmayalım: İklim değişikliği durdurulamaz değil, ama zaman daralıyor. Bugün harekete geçmezsek, yarın yalnızca doğayı değil, insanlığı da kaybedebiliriz.