Âdem elmayı neden yedi?

Yeni trend de bu. Âdem, Havva’ya laf geçiremedi sen kimsin ki kadına/karına laf geçireceksin?

Ben de farz olanı sorayım. Âdem’in hür iradesine yaratıcı bile saygı duymuş Havva’yı dinledin dememiş sen kal o gitsin dememiş. Peki neden Âdem kendi seçiminden dolayı sadece elma yemeyi öneren Havva’yı dinlediği için Havva suçlu?

Çık işin içinden bakalım.

Alt tarafı bir elma yediler neden tüm suçlu Havva?

Elma yemeyi isteyen Âdem ya sadece teklif edilmesini bekliyorduysa? O zaman Havva’yı nasıl suçlayacağız? İnsanlığın temel sorunu da demek ki Âdem ve Havva’dan başlıyor. Yaptıklarının sorumluluğunu almayıp başkasının tavsiyesi, etkisi, manipülesi ile olan eylem de ve geç… O zaman suçu işleyen ben olsam da aslında ben değildim. Etki altındaydım. Oysa etki altına alınmak için bile belli bir zekâ düzeyi gerekmiyor muydu?

Foucault, toplumda olan bir şeyin varlığının ancak onun zıttının varlığıyla ispatlanabileceğini savunur. O zaman ben etkilediğimle itham ediliyorsam etki altına alabileceğim zekâ düzeyinde insanların varlığı da gerekli olmuyor mu? Alt tarafı bir elma yemeyi teklif eden Havva, Âdem de elma yemeyi seçtiği için neden suçlu ilan ediliyor? Dahası neden hâlâ kadının üzerinden ona söz geçirilmesine, sürekli partneriyle/kocasıyla kutuplaşan bir canlı türü vasfına sahip olmaya dair ifadeler kullanılıyor?

Kutuplaşmayı neden bu kadar seviyoruz? Evet çatışmalar, farklılıklar toplumu besler, büyütür, değiştirir. Ama yapabilirsen, yapabiliyorsan. Bizim geldiğimiz noktadaki Türkiye’de farklı olana, bizim gibi olmayana, görünmeyene, düşünmeye tepkimiz belli. Oyun dışı, aile dışı, ortam dışı, sınır dışı ne kadar dışlanmışlık varsa hepsini tattırıyoruz. Mazeretimiz de belli; benim gibi değil, bizim gibi değil…

Aklıma hemen şu soru geliyor. Neden benim/bizim gibi olmak zorunda olsunlar? Yaşar Kemal “Bir bahçede hep aynı çiçekten olursa o bahçe güzel olmaz. Sen, ben, o varız diye güzel bu bahçe. Koparma farklı çiçekleri, kalsın renkleriyle, kokularıyla.” demiyor muydu? Oysa biz hep tek renk olsun istiyoruz. Çocuğumuz bizim gibi olsun, eşimiz, sevdiklerimiz ve hatta sevmediklerimiz bile… Benim gibi düşünenden korkmam ama düşünmeyenden korkarım… Bir ülkede, şehirde, sokakta, ailede ne kadar farklılık varsa o kadar güzelleşir. Mühim olan aslında ne kadar hemfikir olduğumuz değil, mühim olan ne kadar farklı olursak olalım farklılıklarımıza saygı duyabilmek… Benimsediğimiz kendi gerçekliğimizin dışında kalan gerçekliklere karşı tutumumuz aslında bizi insan yapan. Kadından, erkekten önce olması gereken şey aslında insan olabilmek, insan kalabilmek… Bunları yaparken de Havva’yı dizginlemek için eve kapatmak yerine onun da insan olan yönüne saygı duyup Âdem’in de Havva olmasa da aslında o elmayı yeme olasılığının olduğunu fark edebilmek…

Ve belki de asıl korkmamız gereken birinin bize benzememesi değil de benzemesidir. Kendine benzeyen, kendin gibi olan, kendinin aynısı olan seni ne kadar ileri ne kadar farklı düşünmeye götürür bilinmez. Çok seslilik kimseyi korkutmamalı, çok renklilik de. Zira önemli olan elmayı önce kimin yediği, kimin diğerine yemeyi teklif ettiği değil. Önemli olan yedikten sonra neler olduğu…